“Expectations lead to sorrow!”
Böyle yazardı benim gittiğim yoga okulunun duvarında. Türkçesi beklentiler üzer, acı verir. Sadece bizim okulda ya da yogada öğretilen bir felsefe değildir bu aslında, teslimiyet içeren bütün öğretilerde, dinlerde, inanışlarda, kültürlerde, yaşam şekillerinde aynıdır.
Bazen unutuyoruz.
Okuduğum hangi kitapta vardı hatırlayamıyorum ama şöyle diyordu: “Çiçekleri mesela olduğu gibi kabul edersiniz, fazlasını beklemezsiniz onlardan. Kasımpatıdan Nisan’da açmasını beklemezsiniz. Adı üstündedir; kasımda patlar. Neden daha önce ya da geç değil diye kendinizi strese sokmazsınız. Onlara karşı anlayışlı ve hoş görüşlüsünüzdür…” Yoga çevirisi, bitkilerin doğasının gerekliliklerine saygı duyarız. Orkideyse ve direkt güneş sevmiyorsa ona uygun bir yere yerleştiririz, sardunyanın suyu daha çok sevdiğini biliriz, menekşeyi suya boğmayız. Bunu suluyorum illa sana da su vereyim demeyiz, onu boğmayız ama ötekini de susuz bırakmayız. Hepsine gerektiği kadar ilgi alaka gösterir, fazlasıyla onu şımartma egosalına ihtiyaç duymayız, fazlasının iyi bir etkisi olmayacağını biliriz çünkü. Olduğu gibi severiz, hepsini ayrı ayrı, hiçbiri bir diğerinin yerini tutmaz.
İş insan türüne gelince şaşmaya başlar. Çevremizdeki insanlara karşı da böyle olabilir miyiz? Herkesin ayrı doğası olduğunu kavrayabilir miyiz? Nasıl öğreniriz bunu? Hoş görülü, anlayışlı ve beklentisiz olabilir miyiz? Karşımızdaki çiçek açmıyorsa onu anlayabilir miyiz, yine de sevmeye, sulamaya, ona ilgi göstermeye devam edebilir miyiz? Bir şey beklediğimizden değil, sadece onu çok sevdiğimiz için, ölmesin istediğimiz için, bir şeyleri eksik kalmıştır da ondan çiçek açmıyordur acaba nesini tam veremiyorum diyerek kendimize bakabilir miyiz? Acaba yerini mi sevmemişti bu çiçek, ondan mı sürekli yaprakları pörsüktü? Yoksa suyunu mu yanlış şekilde veriyordum; bir şey vardı karşımdakini anlayamadığım ve ona doğru yaklaşamadığım, belli ki ondan bana iyi görünmüyordu… Yazması, bunu kitaplardan okuması kolay; yapması, uygulaması bir o kadar zor. Öyle ya, hepimiz, her zaman, her şeyi, çok iyi yapıyoruz ama karşımızdakiler bir bozuk, hep karşımızdaki yetersiz! … mi?
Anneannemi hatırlıyorum hemen bu satırları kitaptan okurken. Bizim evde anneanne çiçeği olarak geçer aşk merdiveni. Sobacı dedemin elinden çıkma yeşil sobasının üstünde bakardı mevsim bahar yazken. Yemyeşil kocaman bir şey, koca bir bitki olmuştu, bilmiyorum kaç senedir bakıyordu. Şöyle derdi; “Kızım, bunun bir çiçeği var, bir açsa çok beğenirsin, yıllar var açmadı, belki bir kere gördüm ama çok güzel.”Canım anneannem, toprağı bol olsun, bana doğayı çiçekleri toprağı öğreten, göstererek sevdiren kadın. Karşılıksız sevmek, bir canlıyla ilgilenmek, çiçek açmasa da yıllarca gözünün içine bakmak, sabretmek nedir, doğadan öğreniriz hep bunları. İnsanlara gelince de böyle sabırlıydı. Normal, çünkü alışkanlıklarımız, düşünce yapımız da eğitilebilir, değiştirilebilirdir. Hayatımızdaki araçlarla, oraları eğip büküp yeniden şekillendirebilir, beklentisiz sevgiyi ve ilgiyi kendimize öğretebiliriz.
Yine notunu ne yazık ki almayı unuttuğum bir diğer kitabımda da şöyle diyor:
“Benim sevmek konusunda çok beğendiğim ve sıkça örnek gösterdiğim bir söz vardır: *Pencerendeki güvercinleri nasıl seviyorsan insanları da öyle sev.* Cam önüne yerleşen güvercinler gördüğünde onları izler, sevinir ve seversin. Onlara gülümser ve varlıklarından hoşnutluk duyarsın. Ertesi gün aynı saatte ve yerinde pencerenin önünde buluşmazlarsa; öfke, korku ya da endişe duymazsın. Kendini terk edilmiş, yalnız ve yarım kalmış hissetmezsin. Güvercinler beş gün sonra pencerene doluşmaya başladıklarında onlara aradaki dört günün hesabını sorup her birini tek tek salona çekerek kafese koymaya kalkmazsın. Onları sadece seversin. Güvercinlere görev ya da sorumluluklar yüklemez, onlarla ilgili beklentiye girmez ve korkular yaratmazsın. İşte bu gerçekten sevmektir. İçinde korkunun, öfkenin, beklentinin ve kontrolün olduğu ilişki şekillerinin hiçbirinde sevgiden bahsetmek mümkün değildir.”
Bağlılıklarımız beklentilere, beklentiler de üzüntülere neden olur. Sadece sevmek güzeldir. Karşındakini ya da kendini, çiçek açmıyorsa da, gelmiyorsa da, hatta seni sevmiyorsa da, sevmek güzeldir. Beklentisiz. Ona görevler yüklemeden. Başarı yükü olmadan da seviyorsun mesela çocuğunu, eminim sevdiğine ama başarısını paylaşarak onda yük yarattığını görmek istemiyorsun. Senin istediğin beklediğin gibi davranmayacak bazen karşındaki, hissetmeyecek senin istediğin gibi, çünkü sen değil. Kendi doğası gereğince davranacak, hissedecek. Prakriti. Neysek oyuz.
Koşullu severiz, hatta koşullarımızı daha çok severiz. Bizi mutlu etmelerini isteriz. Bekleriz. Olmayınca da üzülürüz. Bizden bir şeyler beklendiği için de üzülürüz; karşımızdakilerin beklentilerinin ne kadar can sıkıcı olduğunu biliriz ama yine de bu döngüyü göremez biz de başkalarından beklemeye devam ederiz. Ben de başkalarının canını sıkayım o zaman!
Karşılıksız sevip, sadece sevebilir miyiz? Kendimize bunu tekrar öğretebilir miyiz?
02.02.16 – San Gil Otogarı, Kolombiya.
MUKTA MÜGE
Leave a Reply