Spinoza, aklı öncelemekle Batı felsefesinin bir parçasıdır ama heptanrıcı bakış açısıyla doğu anlayışına yakın durur. Batı felsefesi, felsefenin doğduğu yerdir. Bilgi sevme, bilginin peşinden koşma diye çevirebileceğimiz felsefe sözcüğü Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır.4 Bugün felsefenin genel geçer içeriği düşünüldüğünde, yani aklın yasalarına göre, neden/sonuç ilişkisi içinde düşünerek deneyim olmadan anlama, kavrama, kavramlaştırma da yine Antik Yunan’a dayanır. Antik Yunan düşüncesi, ilk ortaya çıktığında, yedi bilgeler denen dönemde doğu düşüncesine benzeyen sav sözlerden oluşuyor ve erdemi konu alıyordu. Daha sonra varlık nedir sorusu temel soru haline geldi. Platon ve Aristoteles felsefe birikimini diyalektik yöntemle ve üst düzeyde sistemleştirdiler. 5
Bu dönem doğuda da düşünce filizlemeye başlamıştı. Buda; (Siddhartha) arınmanın sekiz aşamasını dillendirdiği dönemdir ve Sokrates zamanına yakın bir zamanına denk düşer. Ege kıyılarında yaşayan ve her şeyin değiştiğini savunan Heraklitos’un çağdaşı sayabileceğimiz Lao Tzu’da ona benzer fikirler geliştirmiştir. Varlığın değişken olduğu, kavramınsa durağan olduğu, dolayasıyla varlığa verilen kavramların varlığın doğasına uymayacağını savunur.6 Bu dönemden sonra doğuda, Buda ve Lao ustanın dışında görüşleri olanlar çıksa da daha çok bu görüşler ve eski inanışların bileşiminden ortaya çıkan bir kültür oluştu. Özellikle Konfüçyüs’un bunları sistematik olarak bir araya getirmesi güçlü bir etki yarattı.
Doğudaki durağanlığın bir benzeri Batı’da da yaşandı. Kilisenin güçlenmesi, Aristeles ve Platonun kilise yorumunun her yerde baskın hale gelmesiyle skolastik düşünce denilen bir durgunluk ortaya çıktı. Bu dönemde sadece İslam düşüncesi dinamikti. Aristoteles ve Platonun İslam açısından yorumu büyük tartışmalara neden oldu va ortadoğu felsefenin canlandığı bir coğrafya haline geldi. Buradaki canlı düşünce, sultanların Gazali’nin öğretilerini desteklemesi nedeniyle 14.yüzyılda donuklaştı.
Rönesans ve Reform’un getirdiği iktisadi ve kültürel koşullarda, Avrupa da felsefede canlanmaya başladı. Descartes’le başlayan modern felsefe, aklın yasalarına göre edinilen bilginin, varlığın doğasına
4 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü (Say Yayımları)
5 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi (Alfa Yayınları)
6Lao Tzu, Yol ve Erdem (Maya Kitap)
40
uygun olduğunu kabul etti. Böylece akla uygun olan gerçeğe de uygun bulundu. Bu durum felsefeden bilimlerin ayrılması sürecini getirdi ve teknoloji doğdu. Teknoloji, aklın etkisinin somut kanıtıydı ve bu yüzden akıl en önemli çözüm yolu haline geldi. Bilimler felsefeden yavaş yavaş ayrılmaya, kendi disiplinlerini oluşturmaya başladığında, Batı felsefesi neyi bilip bilemeyeceğini tartışmaya başlamıştı. Aslında bir nitelik etkinliği olan felsefe, batıda niceliği de içerecek biçimde gelişti. Bu dönemde Hegel felsefesini tarihi merkez yaptığından, doğu ve batı uygarlığını da kendi felsefesi açısından karşılaştırmıştı. Bu karşılaşma aynı zamanda modern felsefedeki özgürlük sorunu üzerine kuruluydu. Hegel’e göre; doğu toplumları doğadan kendilerini ayrıştıramamışlar, yasaya varamışlar ve bu nedenle doğu toplumlarında sadece hükümdarlar özgürlük bilincindedir. Bu yüzden doğu toplumları, mutlak fikrin kendine dönüşü, kendi bilincinde oluşu sürecinde ilk basamağı oluşturur. Avrupa uygarlığıysa mutlak fikrin kendinde olduğu, kendi bilincinde olduğu, öz ve özgürlüğünü bulduğu yer olacaktır, çünkü Avrupa’da kurulan akıl devletinde yasa sayesinde herkes özgür olacaktır.7
Marksizim’de de “asya tipi” diye bir kavram geliştirilmiştir. Bu doğu toplumlarının iktisadi ve toplumsal yapısına yönelik olan bu belirleme, insanlığın geri kalanından doğu toplumunu ayırmaktadır. Ancak çok ilginç ki Marksizim Batı uygarlığından çok doğu uygarlığında uygulama olanağı bulmuştur.
Aklın iki dünya savaşını engelleyememesi, akla duyulan güveni sarsmış ve varoluşçuluk yaygınlaşmaya başlamıştır. Varoluşçuluk bir yanıyla kişiselliğe yakın durmakta ve doğudaki kültürün özellikle yoga kültürünü önemsemektedir. İkinci dünya savaşından sonra etkili olan Varoluşçuluğun bu tutumu, Doğu uygarlığına ilgiyi artırmıştır. Çiçek çocuklar adı verilen hippilerin Hint yolculuğu bu dönemde kitlesel hale gelmiştir ve yoga bu dönemde Batı’da kendine yer bulabilmiştir.
Özellikle iki kutuplu siyasi dengenin yıkılışıyla yeni bir felsefe batı kültürene egemen olmuştur. Modernite ötesi (postmodern) bu felsefe, aklı kökensel olarak sorgulamaya tutmuş, modernitenin değerlerini sarsmaya başlamıştır. Aklın sorunları çözeceğine yönelik ortak fikir dağılmaya başlayınca, herkes için kurtuluş olanaksız hale gelmiştir. Dolayasıyla postmodernizmle birlikte bireysel kurtuluş arayışı doğudan batıya uygarlığına taşınmıştır. Bugün bir çok ülkede yoga ve diğer doğu değerleri kendine yaşama alanı bulmaktadır.
7Şener Aksu, Hegel ve Tarih felsefesi (Anı yayıncılık, 2006, S 87)
41
SONUÇ
İnsanın yaşam amacı, sahip olmak ya da olmamanın dışında kendi kimliğini belirlemede sergilediği davranışları ile ilgilidir. Bu davranışlar ya da edinimler elbette insanı bir yere götürmek için değil, insanın öz benliğini kavraması ve anlaşılması içindir. Benliğini aramadaki ruhsal güçler içine de sevmek, akıl yürütmek ve üretmek içtenlikle dahil olur. Dahil edilen bu kavramlar yoga disiplininde ve Spinoza’nın Ethica’ında farklı görünümler içinde mevcuttur.
Bana göre insan, Spinoza’nın aklın yasaları öğretisini kılavuz alarak, erdemli bir hayat sürebilir ki bunu yoga disiplininde bahsedilen Ashtanga yogadaki sekiz basamaklı yoluyla da yapabilir. Bu iki öğretinin de nihai amacı, aldanışlardan, yargılardan, yanılgılardan, acılardan kurtulup, sezgisel aklı da kullaranak içsel özgürlüğe erişmek ve bütünsel özgürlüğe kavuşmaktır.
Akıllı insan bu erdemli yolda yürürken, yolunun üzerindeki engelleri görür, amaçları doğrultusunda yolunun gidişatını değiştirir. Akıllı insan yalnızca sözcükleri okuyup geçmez, onları kendi süzgecinden geçirip kendine faydalı olanı, kendine iyi olanı yanına alarak yoluna devam eder. Akıllı insan dinlerken üçüncü kulağını üçünü gözünü kısaca tüm duyargaçlarını farkındalık içinde kullanır. Bana göre Spinoza’nın temel aldığı aklı da yoga disiplininde yer alan pratikler ile bağdaştırabiliriz. Pratiklerin özünü oluşturan asanalar sayesinde insan, zihnini de zamanla kontrol altına alabilir. Bedenini, duygu ve düşüncelerini kontrol altına aldıktan sonra zihnine de hüküm verebilir. Yoga sayesinde beden kontrol altına alındıkça nefes de zihin de kontrol altına alınır. Bu kontroller saysesinde insanı elbette sevinçli bir yaşam karşılayacaktır. Çünkü insan yoga disiplini sayesinde kendi özüne ulaşmış, bedeninde ve zihninde yer alan çelişkilerden, karmaşadan, bulanıklardan arınmış ve bütünselliğin yanında içsel dengeyi de sağlamış olacaktır.
Yüksek bilinç kapasitesi ve zihin söz konusu olduğunda sezgiselliği güçlendirecek durumlar önce eleştirel ve sorgulayıcı düşünme yetilerinden geçer ki bu da yine akıl ve aklın yasaları ile bağdaşır. İnsan sezgisel bilgeliğe erişmek için önce kendini saflaştırmalı sonra saf olanla bir olmalıdır. Yoga disiplinine göre de dingin hale ulaşmanın yolu meditasyon yapmaktan değil meditasyonda olunma halinden geçer. Meditasyonda olunarak insan sezgisel bilgeliğe ulaşabilir.
İnsan, hayal aleminde değil gerçek bir dünyada yaşamaktadır. Tüm duygular insana aittir. Keder de sevinç de arzu da. Duygular, düşler, düşünceler bu kapsamda evrimleştirebilir, dönüştürebilir. İnsanın
42
kavrayışı ne kadar net ne kadar duru olursa kişinin farkındalığı, bilme bilinci, bilinçli olma durumu da o kadar yüksek olur. Kişi önce kendi köklerinin farkına varmalıdır. Farkına vardıklarını ve dönüştürmek istediklerini kendi deneyimleri ve yöntemleriyle dönüştürebilir. Bu dönüştürme sürecinde kendine yoganın disiplinlerini ışık olarak tutabilir. Farkındalık için farklı yöntemler denenebilir. Bunun akabinde odaklanma gelir. Odaklanma kişiyi dinç tutar. Asıl amaç ise farkındalık ve odaklanma ile kişinin içinde yatan potansiyel ve fiili gücünü çabasız bir çaba ile günyüzüne çıkarmasıdır. Zaman ilerledikçe insan, zihnindeki derinliği de berraklığı da sezgisel gözleri ile görecektir. Yine bu duruma da meditasyonda bulunarak kolay bir şekilde ulaşabilir. Meditasyon hali yüksek bilince erişme halidir.
İnsan, zihninde birebir olan ve birebir olmayan fikirlere sahiptir. Bunlara sahip olduğu sürece varlığını sürdürmeyi çabalar. Kişinin çabası kendi özünden kaynaklanır. Bu durumda elbette bu çabaların olumlanması gerekir. Bu sayede çaba sonsuzluğa yönelir. Yoga disiplininde gösterilen çaba sayesinde insan kendi varlığının özüne ulaşır. Gerçekleştirdiği pratikler sayesinde bedeninde enerji ortaya çıkartır ve enerjilerin atılımını da yine pratikler sayesinde olur. Bu sayede insanın zihni de sakinler, karmaşık hallerinden arınır.
Aslında Spinozaya göre doğaları farklı olan şeyler karşılaştırılamaz. Bu durumda bir felsefi bakış olan Ethica ile bir inanç disiplini olan yoganın karşılaştırılmaması gerekir. Ancak eğer yogayı bir inanç disiplini olarak görürsek. Bana göre yoga inaç disiplininden daha çok deneyimlerin birikiminden oluşmuş bir yaşam kültürüdür. Dolayısıyla felsefenin doğasına aykırı değildir.
Yoga disiplini sayesinde insanın hem kendisi, hem de çevresi sadeleşir, zihnen ve bedenen arınır. Asıl olan insanın kendi özü ile uyum içinde olmasıdır. Pratikler ile doğayla kendini uyumlamak ister. Meditasyon ile kendini özün içinde bulur, insanın kendisi öz olur. Bu süreç boyunca temel düşüncem ve yadsınamaz gerçekliğim “Her şey insanın özünde başlar, özünden devam eder ve yine insanın kendi öz benliğinde biter.” diyebilirim. Yoga disiplini de bu gerçekliğime olanak sunmaktadır.
Spinoza, aklı öncelemekle Batı felsefesinin bir parçasıdır ama heptanrıcı bakış açısıyla doğu anlayışına yakın durur. Batı felsefesi, felsefenin doğduğu yerdir. Bilgi sevme, bilginin peşinden koşma diye çevirebileceğimiz felsefe sözcüğü Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır.4 Bugün felsefenin genel geçer içeriği düşünüldüğünde, yani aklın yasalarına göre, neden/sonuç ilişkisi içinde düşünerek deneyim olmadan anlama, kavrama, kavramlaştırma da yine Antik Yunan’a dayanır. Antik Yunan düşüncesi, ilk ortaya çıktığında, yedi bilgeler denen dönemde doğu düşüncesine benzeyen sav sözlerden oluşuyor ve erdemi konu alıyordu. Daha sonra varlık nedir sorusu temel soru haline geldi. Platon ve Aristoteles felsefe birikimini diyalektik yöntemle ve üst düzeyde sistemleştirdiler. 5
Bu dönem doğuda da düşünce filizlemeye başlamıştı. Buda; (Siddhartha) arınmanın sekiz aşamasını dillendirdiği dönemdir ve Sokrates zamanına yakın bir zamanına denk düşer. Ege kıyılarında yaşayan ve her şeyin değiştiğini savunan Heraklitos’un çağdaşı sayabileceğimiz Lao Tzu’da ona benzer fikirler geliştirmiştir. Varlığın değişken olduğu, kavramınsa durağan olduğu, dolayasıyla varlığa verilen kavramların varlığın doğasına uymayacağını savunur.6 Bu dönemden sonra doğuda, Buda ve Lao ustanın dışında görüşleri olanlar çıksa da daha çok bu görüşler ve eski inanışların bileşiminden ortaya çıkan bir kültür oluştu. Özellikle Konfüçyüs’un bunları sistematik olarak bir araya getirmesi güçlü bir etki yarattı.
Doğudaki durağanlığın bir benzeri Batı’da da yaşandı. Kilisenin güçlenmesi, Aristeles ve Platonun kilise yorumunun her yerde baskın hale gelmesiyle skolastik düşünce denilen bir durgunluk ortaya çıktı. Bu dönemde sadece İslam düşüncesi dinamikti. Aristoteles ve Platonun İslam açısından yorumu büyük tartışmalara neden oldu va ortadoğu felsefenin canlandığı bir coğrafya haline geldi. Buradaki canlı düşünce, sultanların Gazali’nin öğretilerini desteklemesi nedeniyle 14.yüzyılda donuklaştı.
Rönesans ve Reform’un getirdiği iktisadi ve kültürel koşullarda, Avrupa da felsefede canlanmaya başladı. Descartes’le başlayan modern felsefe, aklın yasalarına göre edinilen bilginin, varlığın doğasına
4 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü (Say Yayımları)
5 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi (Alfa Yayınları)
6Lao Tzu, Yol ve Erdem (Maya Kitap)
40
uygun olduğunu kabul etti. Böylece akla uygun olan gerçeğe de uygun bulundu. Bu durum felsefeden bilimlerin ayrılması sürecini getirdi ve teknoloji doğdu. Teknoloji, aklın etkisinin somut kanıtıydı ve bu yüzden akıl en önemli çözüm yolu haline geldi. Bilimler felsefeden yavaş yavaş ayrılmaya, kendi disiplinlerini oluşturmaya başladığında, Batı felsefesi neyi bilip bilemeyeceğini tartışmaya başlamıştı. Aslında bir nitelik etkinliği olan felsefe, batıda niceliği de içerecek biçimde gelişti. Bu dönemde Hegel felsefesini tarihi merkez yaptığından, doğu ve batı uygarlığını da kendi felsefesi açısından karşılaştırmıştı. Bu karşılaşma aynı zamanda modern felsefedeki özgürlük sorunu üzerine kuruluydu. Hegel’e göre; doğu toplumları doğadan kendilerini ayrıştıramamışlar, yasaya varamışlar ve bu nedenle doğu toplumlarında sadece hükümdarlar özgürlük bilincindedir. Bu yüzden doğu toplumları, mutlak fikrin kendine dönüşü, kendi bilincinde oluşu sürecinde ilk basamağı oluşturur. Avrupa uygarlığıysa mutlak fikrin kendinde olduğu, kendi bilincinde olduğu, öz ve özgürlüğünü bulduğu yer olacaktır, çünkü Avrupa’da kurulan akıl devletinde yasa sayesinde herkes özgür olacaktır.7
Marksizim’de de “asya tipi” diye bir kavram geliştirilmiştir. Bu doğu toplumlarının iktisadi ve toplumsal yapısına yönelik olan bu belirleme, insanlığın geri kalanından doğu toplumunu ayırmaktadır. Ancak çok ilginç ki Marksizim Batı uygarlığından çok doğu uygarlığında uygulama olanağı bulmuştur.
Aklın iki dünya savaşını engelleyememesi, akla duyulan güveni sarsmış ve varoluşçuluk yaygınlaşmaya başlamıştır. Varoluşçuluk bir yanıyla kişiselliğe yakın durmakta ve doğudaki kültürün özellikle yoga kültürünü önemsemektedir. İkinci dünya savaşından sonra etkili olan Varoluşçuluğun bu tutumu, Doğu uygarlığına ilgiyi artırmıştır. Çiçek çocuklar adı verilen hippilerin Hint yolculuğu bu dönemde kitlesel hale gelmiştir ve yoga bu dönemde Batı’da kendine yer bulabilmiştir.
Özellikle iki kutuplu siyasi dengenin yıkılışıyla yeni bir felsefe batı kültürene egemen olmuştur. Modernite ötesi (postmodern) bu felsefe, aklı kökensel olarak sorgulamaya tutmuş, modernitenin değerlerini sarsmaya başlamıştır. Aklın sorunları çözeceğine yönelik ortak fikir dağılmaya başlayınca, herkes için kurtuluş olanaksız hale gelmiştir. Dolayasıyla postmodernizmle birlikte bireysel kurtuluş arayışı doğudan batıya uygarlığına taşınmıştır. Bugün bir çok ülkede yoga ve diğer doğu değerleri kendine yaşama alanı bulmaktadır.
7Şener Aksu, Hegel ve Tarih felsefesi (Anı yayıncılık, 2006, S 87)
41
SONUÇ
İnsanın yaşam amacı, sahip olmak ya da olmamanın dışında kendi kimliğini belirlemede sergilediği davranışları ile ilgilidir. Bu davranışlar ya da edinimler elbette insanı bir yere götürmek için değil, insanın öz benliğini kavraması ve anlaşılması içindir. Benliğini aramadaki ruhsal güçler içine de sevmek, akıl yürütmek ve üretmek içtenlikle dahil olur. Dahil edilen bu kavramlar yoga disiplininde ve Spinoza’nın Ethica’ında farklı görünümler içinde mevcuttur.
Bana göre insan, Spinoza’nın aklın yasaları öğretisini kılavuz alarak, erdemli bir hayat sürebilir ki bunu yoga disiplininde bahsedilen Ashtanga yogadaki sekiz basamaklı yoluyla da yapabilir. Bu iki öğretinin de nihai amacı, aldanışlardan, yargılardan, yanılgılardan, acılardan kurtulup, sezgisel aklı da kullaranak içsel özgürlüğe erişmek ve bütünsel özgürlüğe kavuşmaktır.
Akıllı insan bu erdemli yolda yürürken, yolunun üzerindeki engelleri görür, amaçları doğrultusunda yolunun gidişatını değiştirir. Akıllı insan yalnızca sözcükleri okuyup geçmez, onları kendi süzgecinden geçirip kendine faydalı olanı, kendine iyi olanı yanına alarak yoluna devam eder. Akıllı insan dinlerken üçüncü kulağını üçünü gözünü kısaca tüm duyargaçlarını farkındalık içinde kullanır. Bana göre Spinoza’nın temel aldığı aklı da yoga disiplininde yer alan pratikler ile bağdaştırabiliriz. Pratiklerin özünü oluşturan asanalar sayesinde insan, zihnini de zamanla kontrol altına alabilir. Bedenini, duygu ve düşüncelerini kontrol altına aldıktan sonra zihnine de hüküm verebilir. Yoga sayesinde beden kontrol altına alındıkça nefes de zihin de kontrol altına alınır. Bu kontroller saysesinde insanı elbette sevinçli bir yaşam karşılayacaktır. Çünkü insan yoga disiplini sayesinde kendi özüne ulaşmış, bedeninde ve zihninde yer alan çelişkilerden, karmaşadan, bulanıklardan arınmış ve bütünselliğin yanında içsel dengeyi de sağlamış olacaktır.
Yüksek bilinç kapasitesi ve zihin söz konusu olduğunda sezgiselliği güçlendirecek durumlar önce eleştirel ve sorgulayıcı düşünme yetilerinden geçer ki bu da yine akıl ve aklın yasaları ile bağdaşır. İnsan sezgisel bilgeliğe erişmek için önce kendini saflaştırmalı sonra saf olanla bir olmalıdır. Yoga disiplinine göre de dingin hale ulaşmanın yolu meditasyon yapmaktan değil meditasyonda olunma halinden geçer. Meditasyonda olunarak insan sezgisel bilgeliğe ulaşabilir.
İnsan, hayal aleminde değil gerçek bir dünyada yaşamaktadır. Tüm duygular insana aittir. Keder de sevinç de arzu da. Duygular, düşler, düşünceler bu kapsamda evrimleştirebilir, dönüştürebilir. İnsanın
42
kavrayışı ne kadar net ne kadar duru olursa kişinin farkındalığı, bilme bilinci, bilinçli olma durumu da o kadar yüksek olur. Kişi önce kendi köklerinin farkına varmalıdır. Farkına vardıklarını ve dönüştürmek istediklerini kendi deneyimleri ve yöntemleriyle dönüştürebilir. Bu dönüştürme sürecinde kendine yoganın disiplinlerini ışık olarak tutabilir. Farkındalık için farklı yöntemler denenebilir. Bunun akabinde odaklanma gelir. Odaklanma kişiyi dinç tutar. Asıl amaç ise farkındalık ve odaklanma ile kişinin içinde yatan potansiyel ve fiili gücünü çabasız bir çaba ile günyüzüne çıkarmasıdır. Zaman ilerledikçe insan, zihnindeki derinliği de berraklığı da sezgisel gözleri ile görecektir. Yine bu duruma da meditasyonda bulunarak kolay bir şekilde ulaşabilir. Meditasyon hali yüksek bilince erişme halidir.
İnsan, zihninde birebir olan ve birebir olmayan fikirlere sahiptir. Bunlara sahip olduğu sürece varlığını sürdürmeyi çabalar. Kişinin çabası kendi özünden kaynaklanır. Bu durumda elbette bu çabaların olumlanması gerekir. Bu sayede çaba sonsuzluğa yönelir. Yoga disiplininde gösterilen çaba sayesinde insan kendi varlığının özüne ulaşır. Gerçekleştirdiği pratikler sayesinde bedeninde enerji ortaya çıkartır ve enerjilerin atılımını da yine pratikler sayesinde olur. Bu sayede insanın zihni de sakinler, karmaşık hallerinden arınır.
Aslında Spinozaya göre doğaları farklı olan şeyler karşılaştırılamaz. Bu durumda bir felsefi bakış olan Ethica ile bir inanç disiplini olan yoganın karşılaştırılmaması gerekir. Ancak eğer yogayı bir inanç disiplini olarak görürsek. Bana göre yoga inaç disiplininden daha çok deneyimlerin birikiminden oluşmuş bir yaşam kültürüdür. Dolayısıyla felsefenin doğasına aykırı değildir.
Yoga disiplini sayesinde insanın hem kendisi, hem de çevresi sadeleşir, zihnen ve bedenen arınır. Asıl olan insanın kendi özü ile uyum içinde olmasıdır. Pratikler ile doğayla kendini uyumlamak ister. Meditasyon ile kendini özün içinde bulur, insanın kendisi öz olur. Bu süreç boyunca temel düşüncem ve yadsınamaz gerçekliğim “Her şey insanın özünde başlar, özünden devam eder ve yine insanın kendi öz benliğinde biter.” diyebilirim. Yoga disiplini de bu gerçekliğime olanak sunmaktadır.
ZEHRA FİŞEKCİ
Leave a Reply